Gereği düşünüldü.
-Yaz kızım!
Yıllar yılları kovaladı. Umut peşinde koşan yürekler yorulmuş olsalar da bıkkınlık göstermedi. Her güne merhaba dedikten sonra, gelecek günün yaşanılan günden daha aydınlık içinde olacağı ümidiyle beklemeye koyuldu. Bir yandan gündelik işlerinin takibini yaptı, bir yandan gelecek güne hazır olmak için ekonomik gelişmişliğini arttırmaya çabaladı.
Ekmek olmazsa olmazdı. Su olmazsa olmazdı. Yıllardır yapıla geldiği gibi yapılacaksa, yarın da karın doymazdı. Bunun bilinciyle yarını daha farklı düşündü umudu kovalayan yürekler. Yarın daha farklı olmalıydı…
Dertler bir bir başka iklimlere yolcu edilmeli, umudun coğrafyasından olabildiğince hızlı bir şekilde dışlanmalıydı. İnsanlar daha samimi, şartlar daha yaşanılabilir olmalıydı. Soğuk esen rüzgârlar, çatılar uçuran fırtınalar dinmeli; evler, yurtlar yıkan seller, depremler son bulmalıydı. Çocuklar daha içten gülebilmeliydi hayata. Yaşlılar bambaşka bir gözle sevebilmeliydi umudun coğrafyasını.
Derelerde bolluk olmalıydı. Her yan alabildiğine yeşil olmalı, her çiçeğin üzerinde bir kelebek kâinata selam durmalıydı. Arılar başka bir aşkla toplamalıydı çiçeklerden polenleri. Tarifsiz lezzetlerle sofralardaki yerlerini almalıydı bal kâseleri. Ekmekler buram buram kokmalı, ekmeğin üzerine sürülecek tereyağı halis muhlis süt ürünü olmalıydı. Genetiğiyle oynanmamalıydı yediğimiz, içtiğimiz şeylerin. Birileri zengin olacak diye, diğerleri ne yediğinin farkına bile varmadan doktor doktor derman aramamalıydı.
Onun için önemliydi yarın. Ve onun için umudu kovalayan yürekler asla pes etmemeliydi. Belki hâlihazırda mümkün değildi arzu edilen şeylerin yaşanabilir olması; ancak bir gün elbette yaşanmalıydı.
Yaz kızım!
Yarınların Türkiye’sinde özgürlükler daha geniş tutulmalıydı. Umuda koşanların en önemli arzularıydı bu. Kimse kendisini üstün bilmemeli; üstünlük yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de cenabı Mevlâ’nın buyurduğu gibi; ancak takvada olmalıydı. Dünya parası çok olanın söz sahibi olduğu, nüfuzu geniş olanın yumruğunun gerekli gereksiz çok ses çıkardığı bir dünya olmamalıydı. Adama göre işler zuhur etmemeli, işlerin vasıflarına uygun adamlar vazifelendirilmeliydi. Emanet ehline verilmeliydi. Emaneti veren de, o emaneti alan da, sorumluluğunun idrakinde hareket edecek olgunluğu kendisinde bulmalıydı. Kısaca emanet ehli, emanetten emin olmalıydı.
Herhangi bir şahsın, kurumun arzularına göre kendisine verilmiş olan bir emanete halel getirmemeliydi emanetçiler. Emanete sahip çıkma duygusuyla, bulunduğu makamından, mevkiinden; hatta canından bile vazgeçebilmeliydi emanetçi. Yoksa ne ehemmiyeti olurdu ki emanette ehil görülmenin.
Yarınların insanı aldığı ücretle yetinebilmeliydi. Arzunun ve ihtiyaçların sınırsız olduğunu bilmeli, kanaat etme düsturunu hayatına tatbik edebilmeliydi. Yaptığı işlerde aldığı ücretin hakkını bihakkın vermeye azami gayret edebilmeliydi. Özel işlerini umuma ait işlerden ayırt edebilmeli, Hazreti Ömer (r.a.) için anlatılan mum kıssasında yaşanan gerçekliği hayatına uygulayabilmeliydi. Devlet işini işlerken kullandığı mumla, özel işlerini yapmamayı; bir misafirine bile, o mumun ışığı altında “hoş geldiniz!” dememeyi bir karakter haline dönüştürebilmeliydi.
Yaz kızım!
Bir kişinin işlediği suç yüzünden o kişinin aile fertleri, mahalle komşuları, hatta selamlaştığı dostları cezalandırılmamalıydı. Evresel hukuk kurallarında yer alan “suçun şahsiliği” ilkesi her an göz önünde tutulmalıydı. Adaletin şaşmaması gereken terazisi önünde, suçlu bulununca kadar herkes masumdur” karinesi eşit bir şekilde tatbik edilmeliydi. Kimse henüz ispatlanmamış bir suçu işlemiş gibi etiketlenmemeli, sosyal çevresi içinde hedefe konulmamalıydı.
Bir ikbal uğruna hayal kuran, kurduğu hayalin peşinde gece gündüz çalışıp çabalayan insanlar, haksız ve adaletsiz bir şekilde sindirilmemeliydi.
İnsanlar ellerindeki gücü kendilerinden kaynaklanıyor görmemeliydi. O gücü kendilerine nasip eden bir zatın varlığını hatırdan çıkarmamalı; ileride ellerindeki güç ve imkânlar gidince sıradanlaşacaklarını unutmamalıydı. Güç sahipleri tarihten ibret almalı, tarihin capcanlı sayfaları içerisinde yer bulan binlerce örnekten bir ders çıkarabilecek kadar basiret sahibi olabilmeliydi.
Şahısların menfaatini ülkenin menfaatinin önünde görmekten uzaklaşmalıydı emanetçiler. Biz varsak siz varsınız, diyerek; zamanı yönlendiren, kâinata düzen veren yegâne gücü kendileri zannetmemeliydi birileri. Her batıp giden şeyin yalan olduğunu, her fani düzenin elbet bir gün batıp gideceğini anlayacak kadar idrakli olmalıydı büyük laflar edenler.
Gereği düşünüldü.
-Yaz kızım!
Umut yolcularının işinin çok zor olduğu; mevcut işleyiş içerisinde kendilerinin hayal ettikleri şeylerin bir ütopyadan ibaret olduğu görüldü. İstedikleri şeylerin kulağa hoş geldiği, insanın ruhuna ferahlık üflediği; ancak gidişatın o yönde olmadığı, o türlü duygular mevsiminin henüz gelmediği kanaatine ulaşıldı.
İşbu sebeple hayali bir mefhum olan “umut” un peşinde koşan, cihanın her bir köşesine dostluk, hoşgörü ve evrensel barış götüreceğini savunan böylesi tiplerin, umut tüccarlığı yaptıkları gerekçesiyle, toptan suçlu bulundukları anlaşılmıştır.
İnsanları özgür bir dünyanın varlığına inandırmaya çalışıp, eşitlik edebiyatı yaparak gücün tekerine çomak sokmaya yeltendikleri için yürek mahzenlerinde hapsedilmelerine; elde ettikleri ulusal ve uluslararası prestijin de derhal lağvedilmesine yüksek kanaatimizce karar verilmiştir.
NOT: Bu gece idrak edecek olduğumuz MİRAÇ KANDİLİNİZİ en samimi duygularımla tebrik eder, bu gecenin hürmetine yeryüzünde barışın ve kardeşliğin tesis edilmesini yüce Mevlâ’dan niyaz ederim.
Rabbimiz, insanlık adına fayda sağlamaya matuf tüm dualarınızı yüce dergâhında kabul ve karin eylesin. ( Amin)
Muhabbetle kalınız…
YORUMLAR