Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Kaşıkcı

Kutlu Doğumda Sınıfta Kalmak

Kutlu Doğum Haftası herkese kutlu olsun. İnşallah Türkiyeli Müslümanlar olarak bu haftanın içine güzel şeyler sığdırmayı başarabiliriz.

İyi de, nedir bu Kutlu Doğum Haftası’nın hususiyeti, diyenlerin olabileceğini düşünerek birkaç bilgi aktarayım.

Öncelikle hepimizin şunu bilmesi gerekir: Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.) bu hafta içerisinde dünyaya gelmedi. İyi de o zaman, neden böyle bir haftadan söz ediyoruz, dediğinizi de duyar gibiyim.

Bu hafta, Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1989 yılında başlattığı ve her yıl 14 -20 Nisan tarihleri arası sabit kıldığı hafta olarak kutlanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın buradaki amacı Peygamber efendimizi hatırlamak ve insanlara hatırlatmak. İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) 571 yılında Kameri aylardan Rebiü’l-evvel ayının 12.gecesi doğmuştur. Milâdî takvime göre ise bu, 571 yılı Nisan ayının yirmisine rastlamaktadır. Bu mübarek geceye de “Mevlid Kandili” denilmektedir.

Sevgili dostlar, 14-20 Nisan aralığında kutlamakta olduğumuz Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri ülkemizde oldukça renkli geçmektedir. Peygamberimizin ruhuna hediye edilmek üzere okunan hatimler, getirilen salâvatlar, okunan evradı ezkârlar ayrı bir ruh çizgisine yürütür haftayı değerlendirenleri. Yer yer sivil toplum kuruluşları Efendimizin hayatından izlerin anlatıldığı sempozyumlar, paneller, konferanslar düzenleyerek insanları Peygamber Efendimizin hayatına ve mücadelelerine daha yakından temaşa fırsatı tanımış olurlar.

Herkes bu hafta içerisinde nasibi kadar feyiz ve ilham iksirleriyle beslenir. Camilerde getirilen tekbirler ve beraberinde okunan salâvatlar daha bir zindelik verir gönül dünyamıza. Keşke her zaman aynı coşkuyla anabilsek efendimizi, diye iç geçirenlerin sayısı fazlalaşır.

Bu yazıda sizlere Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in hayatını anlatabilecek yeterlilikte birisi değilim. O konun uzmanları gerekli bilgiyi her türlü basın, yayın ve haberleşme sistemlerinden muhataplarına aktarmaktadır zaten.

Bu yazıda,

KUTLU DOĞUM HAFTASI’NIN ÖNEMİNİN FARKINDA MIYIZ? SORUSUNA CEVAP ARAYACAĞIM.

Gerçekten dünya coğrafyasına göz gezdirdiğimiz zaman karşımıza acayip bir İslam portresi çıkıyor. Bu da insanın hayretler içerisinde kalmasına neden oluyor. Etrafımıza bakınca Müslüman toplumların çok çetin imtihanlardan geçmekte olduğunu kolayca anlayabiliyoruz. Bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmekle bir tutulduğu bir dinin mensupları arasında adam öldürme, kanlı çatışmalar, iç savaşlar almış başını gidiyor. Efendimiz zamanında birlik ve dirlik içerisinde kendisini insanlığa anlatmayı başarmış bir dinin mensupları, günümüzde basit bir kararda bile mutabakata varamaz hale gelmiş durumdalar. Oysa bizlerin tüm insanlığa bakan yükümlülükleri var.

Dinin emirlerini en iyi bilenler, uygulamada en önde olması gerekenler, meydanı boş bırakmış gibi bir vaziyet içindeler bugün. Dini konularda meydanın boş kalması insanların fikir ve düşünce dünyaları açısından çok hoşa gidecek bir tutum değildir esasen. Böyle boşlukların yaşandığı zamanlarda, inancında kaymalar yaşayan bireylerle karşılaşmaya başlarız. İnsanlar bu boşluğu bambaşka şeylerle doldurma eğilimine yönelirler. Bu insanlar zamanla Allah’ı ve resulünü sorgulamaya başlarlar. Hatta zihin halkalarından düşünce zincirini koparmış bazıları da böylesi boşlukların kurbanı olarak sorumluların karşısına geçer ve bağırır tüm asiliğiyle:

-“Haydi, gelin kurtarın beni! Ben ki sizin Allah’ınıza ve peygamberinize inanmıyorum; çünkü…” deyip lafı dini konularda etkili ve yetkili kişilerin suratlarına bir şamar gibi yapıştırıverirler.

Siz din adına camilerin sayısını arttırırsınız; ama içinde cemaati görebilmek için ya bir Cuma gününü, ya bir bayram namazı vaktini kollamanız gerekir. Camilerde yan yana saf tuttuğunuz insanların birbirleriyle öyle ya da böyle sebeplerle konuşmadıklarını, küs durduklarını işitirsiniz. Hatta caminin hemen önündeki bankta birbirlerine sırtını dönmüş insanlara ilişir gözleriniz. Onların dudaklarından cami avlusuna yakışmayacak sözler dökülürken eseflenirsiniz.

Namazdan çıkıp da Allah’a, kitaba küfreden Müslümanlarla sokakları, evleri paylaşmaya başlarsınız. Az önce minberde temizlikten bahseden cami hocasının caminin şadırvanına, bahçesine temiz bakmadığı takılır gözlerinize ve birkaç cümleyle eleştireyim derken günaha girersiniz. Gıybet etmeyi yasaklamıştır çünkü sizin dininiz.

Cem etme, birleşme yeri olan camileri çeşitli fikir meşreplerine tahsis edilmiş gibi kullanmaya kalkışırsınız. Arada bir vakit de olsa namaz için camiye gelenleri ürkütürsünüz böylece.

Dinin ayan beyan anlattığı kurallarını konjonktürel yaklaşımlar içinde evirip çevirirsiniz ve insanları soğutursunuz dinden, imandan. Bu insanların veballerinin size yükleneceğini bile bile ayak diretirsiniz uygulamalarınızda.

Daha iyi vasıflarla donatılmış merkezi bir yerde görev yapabilme adına ya da daha üst bir makamda vazifelendirilebilme umuduyla, dinen

“eğri” olan onca şeye “doğru” dersiniz ve kaçırırsınız insanları inancın birleştiren sokaklarından.

Belli bir ideolojinin temsilcisi gibi vazife yaparken “dini temsil ediyorum” diyebilmek çok kolay olsa da, cemaatinizin dini hassasiyetlerini göz ardı etmemiş olmanın dinen haram olduğunu biliyorsunuzdur.

Dini terminolojiyi kullanıp da dinin emir ve yasaklarına aykırı hareket ediyor olmanın –Allah muhafaza- insanı münafıklığa ve hatta şirke kadar götürebildiği gerçeğini de çok iyi biliyorsunuzdur; ama şartlar gereğidir yaptığınız davranışlar…

Sevgili dostlar, yanlış anlamayın beni. Umumi havamızın böyle olduğu bir İslam coğrafyasında daha çok kan dökülür; gözyaşı daha çok kez sel olup akar.

Kutlu doğum Haftası etkinliklerini hep birlikte yapalım tabi. Ama Kutlu ve bahtlı doğan peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) siyeri nebisi ortadayken ve maalesef onun uygulamalarına ters tutum ve de davranışlarımız akıllara zarar bir şekilde ayan beyanken öz eleştiri yapmaktan da kaçınmayalım.

Ne diyor Kur’an ı Kerim’inde yüce Mevla’mız: “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.”(Zilzâl suresi, 7 ve 8. ayetler.)

Peygamber Efendimiz, Taberani’den rivayet olunan bir hadisinde: “İyi işe vesile olan, hayatında ve öldükten sonra da o işi yapanlar kadar sevap kazanır. Kötü işe ön ayak olana da, bu iş terk edilinceye kadar, bunun günahı yazılır.) buyurmuşlardır.

Onun içindir ki dostlar Peygamber Efendimizi doğru anlamaya ve doğru anlatmaya belki de her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Çünkü çağımız teknoloji çağı ve maalesef dini konularda ikna edemediğimiz insanlar okyanuslara yelken açıp gidiyor. Bu insanların hangi limanda ne şekilde demir atacaklarını kestirmek mümkün değildir. Böylesi insanların vebali öncelikle dini yetki ve yeterlilik sahibi olanların omuzlarındadır elbette.

Olaylara Peygamber Efendimizin yukarıda aktardığım hadisi şerifinin penceresinden bakmakla mükellefiz. Görünen o ki MÜSLÜMANLAR OLARAK sorumluluklarımız çok fazla. Rabbim bizleri sorumluluklarının idrakinde Müslümanlar olarak yaşatsın.

Muhabbetle kalınız…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER